11 Temmuz 2013 Perşembe

Asi ve Mavi... Musa... Gezi... Roma...

Asi ve Mavi... Tüm zamanların şarkısıdır benim için... Ama en çok da artık mazide kalan anıların... Gözlerimizi yummadığımız uyumadığımız günlerde, ışığın renginin büyüdüğü asi ve mavi sabahlar*... Tam da o anda çalardı "Musa"da bu şarkı, tam o asi maviyi gördüğümüz anda, ışığın rengi büyürken ve kendimizi uyumadan önce son bir kez denize atmadan, son biramızı yudumlarken...

Ege'de bir tatil köyü... Kendimizi bildik bileli oraya gideriz biz. O yüzden koca bir aileyizdir orada... Musa, tatil köyümüzün sözüm ona diskosu... Aslında duvarda Nikoz Bar yazar da, Musa Abi'den sebep Musa kalmıştır adı... Bir tarafı deniz... Bir tarafı Maki... Yolu karanlık, yolu toprak... Küçük bir baraka... Disko ışıkları... Sazlıklarla çevrili beton oturaklar... İlk gençliğimiz, ilk özgürlüğümüz, ilk diskomuz... Çoğumuzun ilk flörtleri...

Açık havada bir şömine... Önünde bir koltuk... Artık o yaz hangi evden boşa çıkmışsa... Yine beton oturaklar... Şöminede patates... Elimizde bira... Yukarıda yıldızlar... Denizde yakamoz... Saat olmuş üç, saat olmuş beş... Saat yitirmiş kavramını... Muhabbet güzel... Muhabbet çok güzel... Muhabbet hep özlenecek kadar güzel... Konu her şey... Fonda müzik... Fonda her şey... Fonda Tarkan, fonda Sting, fonda Cengiz Kurtoğlu... Ama işte tam sabah olurken, tam o anda fonda Onur Akın, Asi ve Mavi...

Sanırım ilk 15 yaşlarımızda gitmeye başladık Musa'mıza... Ne büyük özgürlüktü o zaman... Sonra biraz büyüdük, biraz burun kıvırır olduk... Ama nerelere gittik de, ordaki muhabbetin başka yerde olmadığını anladık her seferinde... Yirmili yaşlarımızın başında kabul etmiştik, bizim gece hayatımız orasıydı... Nereye gidersek gidelim eğlenmeye, sonunda yine oraya dönerdik... Arabalarımız vardı artık, çorbacıya da gidebiliyorduk acıkınca...

Çocukluğumun, gençliğimin en güzel günleri orda geçti... Mezun olduktan sonra bir gittiğimde uzun uzun düşünmüştüm orda... Hayat demiştim... Ne "değişmez" dediklerimiz değişiyor, mazi oluyor... Ama Musa hep aynı kalıyordu... İnsanlar da oraya gidince, zaman tünelinden geçmiş misali aynı oluyorlardı... Benim için değişmeyen tek yerdi orası... Orası var olduğu sürece güvende hissedecektim... On yıl sonra da gitsem aynı huzur dolacaktı kalbime... Ve aynı çocuksu temizlikte hissedecektim kendimi...

İki buçuk - üç yıl kadar oluyor yanılmıyorsam, yıktılar Musa'mızı... İçimizi büktüler... Gebze'de bir fabrikada çalışıyordum, bir köşede hıçkırarak ağladım... Ne istemişlerdi çocukluğumuzdan... Ne istemişlerdi değişmezimizden... Bilinmeyen bir koyun bilinmeyen bir kıyısındaki bir barakadan, şöminemizi bile yıkacak kadar ne istemiş olabilirlerdi...

Bu ülkede her şey değişmek zorunda mıydı?... Her şey yıkılmak... Çocukken oynadığımız bahçeler, büyüdüğümüz evler, yaşadığımız şehirler... Hep değişmek zorunda mıydı... Ama böyle olunca, bilmiyorum farkında mısınız, insan kendini güvende hissetmiyordu... Sürekli alışmaya çalıştığımız yeni hayatlar... Ruhumuzu yoruyordu...

Roma'ya gittik geçen hafta... Tarihi yaşatan şehir... Sezar'ın yaptığı kaldırım taşları orda duruyordu da, bizim kendi çapımızda küçücük tarihimizi bile neden değiştiriyorlardı... İnsanlar bin yıldır aynı evlerde oturabiliyorlardı da biz niye 30 yılda bir yıkıp tekrar yapıyorduk... Büyüklerimiz Musa'mızdan, sahillerimizden, evlerimizden, bahçelerimizden, Gezi'mizden ne istiyorlardı?... İtalya'da yaşayınca insan kendini güvende hissediyor olmalıydı...

Gitseydik o gün Musa'ya, Gezi'yi koruduğumuz gibi dursaydık, direnseydik, engel olabilir miydik onlara... Yapıp yapamayacağımızı düşünmedik bile, böyle bir ihtimal gelmemişti aklımıza... Gitmez miydik?... Giderdik be... Erhan Abi'nin yıkım günü duvarın üzerindeki resmi gitmiyor gözümden... Gelirdik be Erhan Abi...

Geçmişimizi korumak, büyüdüğümüz yerleri, huzur bulduğumuz yerleri korumak tahmin ettiğimizden çok daha önemli... İnsanın yüreğini sarmalayan yerler onlar çünkü... Değişmeyen duygularımızı sahiplenen... Ağladığımız, güldüğümüz... Doğa sevgisi, ağaç sevgisi bir kenara... İnsan sevgisi oralar, yaşama sevgisi, temiz duygularımız, geçmişimizle barışımız bizim oralar... Oraları bizden alan büyüklerimiz geçmişle barışmayı mı öğrenmeli acaba... Yoksa bizler mi anlatmalıyız onlara...

Gitseydik o gün oraya, Musa'mızı koruyabilir miydik bilmiyorum... Ama bugün biliyorum ki, kaybettiğimizde bu kadar yüreğimizi bükecek, içimizi buracak her şeyi, "maddi veya manevi" her şeyi korumak için mücadele etmemiz gerekiyor... Yoksa yıllar geçer... Hep gözümüz dolar... Ve "acaba" deriz, "yapabileceğim bir şey var mıydı"...





*
Bugün kederliyim, beterim bugün
Sesime ses değse çığlık oluyor
Üşüyor toprak, taşlar üşüyor
Vuslatı yakın eden yollar üşüyor

Yumma gözlerini, uyuma bugün
Bütün gölgeler akşam oluyor
Üşüyor yaprak, dallar usuyor
Savrulup yirtilan ruzgar üşüyor

Oysa ben senden neler neler isterdim
Senli sevdalarda doğmak isterdim
Sabahlar isterdim, asi ve mavi
Büyüsün isterdim ışığın rengi

Ama gel gör ki kötüyüm bugün
Sesime ses değse çığlık oluyor
Üşüyor toprak, taşlar üşüyor
Vuslatı yakın eden yollar üşüyor

Yumma gözlerini, uyuma bugün
Bütün gölgeler akşam oluyor
Üşüyor yaprak, dallar usuyor
İçimde kış gibi bir mevsim üşüyor

Oysa ben senden neler neler isterdim
Senli sevdalarda doğmak isterdim
Sabahlar isterdim, asi ve mavi
Büyüsün isterdim ışığın rengi...

10 Temmuz 2013 Çarşamba

yazmak ve yaşamak

Bazen yazacak çok şey vardır, bazen de yaşayacak... O kadar çok şey yaşıyoruz ki bu ara neyi yazmak istesem yazmadıklarıma haksızlık olacak gibi bir his geliyor... Hiç bir şey yazamıyorum neticede... Yaşamak zamanı herhalde...